İZMARİTÇİ

|
— Gel artık izmaritçi!
Kahverengi bir göğün altında, sürtünme seslerine eşlik eden boğuk kuş cıvıltıları arasında, karanlığın güne eş olduğu bir mekânda buz gibi bedenim ve yorgun gözlerimle; geçen günlerimin sıradanlığını ve bir kutuya hapsedilmiş oyuncak bebek çaresizliğimi değiştirecek bir şeyler olmasını bekliyordum. Bu kadar kıstırılmış hissetmemin nedeni kısıtlı hareket imkânına sahip olmam değildi sadece. Başka insanları duyabiliyordum, bazen onlarla konuşabiliyordum bile. Mesela İzmaritçiyle neredeyse gün aşırı sohbet ediyorduk. Asıl sorun ne İzmaritçiyi ne de diğer insanları göremememdi. Bu hapsedilmişlik hissini günbegün katlıyordu ve katlanılması zor bir hale getiriyordu. Buradan kurtulacağım günü iple çekiyordum. O zamana kadar İzmaritçiyle sohbetlerime devam etmeliyim.
Size biraz kendimden bahsedeyim sonra da tabii ki en yakın dostum İzmaritçiden. Eğer bu satırları okuma zahmetine katlanırsanız bizi tanımanız sizin için gerekli olabilir. Ben okul hayatı boyunca başarılı olmuş bir öğrenci olarak nitelendirilen, üniversiteyi kötü sayılmayacak bir dereceyle bitiren, yıllarca öğretmenlik yaparak küflenen, emekli olmama 5 sene kala yani tam 55 yaşımda buraya hapsedilen bir adamım. Kitap okumayı çok severim, okuduklarımın çoğunu anlamam ama yine de okumak güzel. Belgeseller vazgeçilmezdir benim için; gidemediğim ülkelerle ilgili- ki kendim ülkemden dışarı çıkmadım hiç- belgeselleri ilgiyle takip ederim. Sanki oraları gerçekten görmüş gibi olurum. Mutlu olurum. Bunun dışında çok fazla işle uğraşmam, evli değilim ve yalnız başıma yaşardım buraya tıkılana kadar. Yazı yazardım kendi kendime sonra da okumadan yırtar atardım. Hiç arkadaşım olmadı. Olsun da istemem. Kendi kendime yeterim ben. Zaten bu kadar dar bir yerde arkadaşa ihtiyaç duymuyorum. İzmaritçinin sesi yetiyor bana.
Yazı yazarım demiştim. Yazarım ama çok güzel olmaz, kimseye okutmam ben de. Kendim de okumam. Parçalara ayırırım ve saklarım. Parça parça öykülerim olur… du. Zaman kavramıyla ilgili bir sorun yaşıyorum bu aralar. Güneşi göremiyorum, saatim yok, saati sorabileceğim kimse yok. O yüzden zamanla ilgili her şey birbirine karıştı. Şu ana kadar anlattıklarımın çoğu uzak bir geçmişte kalan olaylar. Kusuruma bakmayın, anlayacağınızdan eminim. Şu an anlattıklarım da bir öykü olabilirdi ama değil. Bunlar benim gerçekten yaşadıklarım ve Machado De Assis’le bir ilgim de yok.
— Gel artık İzmaritçi!
İzmaritçiye gelince… İzmaritçi bende 45 yaş küçük bir arkadaşım. O’nun da kendinden başka kimsesi yok. Benim topraktan kutumun olduğu bahçenin içinde karton bir kutuda yaşıyor. Büyük bir koleksiyoncu. Dünyanın en büyük koleksiyonuna sahip olduğunu söylüyor. Ben hiç görmedim ama inanıyorum. Çünkü O benim arkadaşım ve ben arkadaşıma güvenirim. İzmaritçi ismini de bu koleksiyon sayesinde almış. Kutularımızın bulunduğu bahçeye bir sürü insan gelir; bazıları haftada bir gün, bazıları hafta sonları sadece, bazıları ayda bir… Gelenlerin büyük çoğunluğu sigara içer. İzmaritlerini de fırlatıp atarlar. İşte İzmaritçinin büyük koleksiyonu da bu fırlatılıp atılan izmaritleri toplayıp kendi kutusunun yanında küçük bir köpek kulübesi gibi duran kutunun içine doldurmasıyla oluşmuş. Koleksiyonuna gözü gibi bakıyor. Hayatının anlamı bu yarısı içilmiş sigaralar olan çocuk, dünya hakkında derin bir bilgiye sahip ve bu bilgilerin neredeyse tamamını bu izmaritlerin üzerindeki dudak izlerinden edindiğini söylüyor. Nasıl olduğunu size de anlatacağım ama önce yüzüme dökülen toprakları temizleyeyim. Buranın en kötü yanlarından biri de bu topraklar, zamansız yağmurlar gibi yüzüme dökülüp duruyorlar. Bazen bir kedi oluyor bunun nedeni bazen de o sıralar bahçeden geçmekte olan her hangi biri.
Size söz verdiğim gibi İzmaritçinin derin dünya görüşü hakkında bazı bilgiler vereceğim. Benim gibi toprak kutularda yaşayan insanlar olduğunu söylüyor İzmaritçi. Benim hiç ziyaretçim olmaz ama onların oluyormuş. Kutunun başında uzun ya da kısa sohbetler yapıyorlarmış. Bu esnada sigara içenlerin sayısı hiç de az değilmiş. İşte bu sohbetler sona erdiğinde ve sigaralar birer izmarite döndüğünde İzmaritçi onları toplayıp incelemeye başlıyormuş, böylelikle sigarayı içen kişi hakkında ve dolayısıyla da dünya hakkında bilgiler ediniyormuş. Örneğin; bazı izmaritlerin üzerindeki dudak izleri çok koyu bir kırmızı oluyormuş. İzmaritçinin bundan çıkardığı sonuca göre ziyarete gelen kadın gereğinden fazla süslenmiştir, bu yüzden de evinden çıkarkenki asıl amacı bu ziyaret değildir. Buradan ayrıldıktan sonra buluşacağı kişiyi düşünmektedir ama önce bu sıkıcı görevi yerine getirmek zorundadır. Bu yüzden de ziyaret çok kısa ve sıkıcı geçer. Birkaç sahte gözyaşından sonra, sigara söndürülerek İzmaritçinin küçük kasasına konulur. Bazı izmaritlerdeyse dudakların çok sıkıca bastırıldığını gösteren ezikler varmış, buna göre ise ziyarete gelen kişi ev sahibini gerçekten özlemektedir ve bu özlem ciddi bir acıya neden olmaktadır. İşte bu dayanılmaz acıyı bastırmak için de ziyaretçinin dudakları sigarayı sıkıca sarar. Hatta bazen ısırık izlerine bile rastlarmış izmaritçi izmaritlerde. Bu da acının dayanılmazlığı ile doğru orantı da olurmuş. Buna benzer bir sürü çıkarımları var İzmaritçinin. İyice kısalmış izmaritlerin eski sahipleri oraya gerçekten gelmek istedikleri için gelen insanlarmış. İzmaritler uzadıkça bu ziyaret işindeki içtenlik ve istek azalıyor demekmiş. İzmaritçi bu konuda gerçek bir dahi. Eğer bugün gelirse sizi Onunla tanıştırırım. O’nu en az benim sevdiğim kadar seveceğinize eminim.
— Gel artık İzmaritçi!
İzmaritçiyle sadece koleksiyon hakkında konuşmuyoruz tabii ki. Bana, benim göremediklerimi de anlatıyor. Bahçenin önünden geçen arabaları anlatıyor ve arabaların içinde kendi hızlarına hayran insanların kibrini. Geceleri bahçede yatan çocukların soğuğa karışan sayıklamalarını anlatıyor bazen de. Ağlayan çocukların gözyaşlarının neden olduğu fırtınalardan bahsediyor bazen. Bahçenin bakımsızlığından konuşuyoruz, insanların buna benzer bahçeler konusundaki umursamazlıklarına yanıyoruz. Sevişmek için en tenha yer olarak gördükleri bahçenin civarına gelen insanları gördüğünü anlatıyor İzmaritçi bana. İnlemelerin ev sahiplerini ne kadar rahatsız ettiğini söylüyor. Bazen ağlıyoruz birlikte, bazen gülüyoruz. İzmaritçi, benim dışarıdayken bile göremediğim şeyleri anlatırken ne kadar yavan bir hayat sürdüğümü düşünüyorum. Evden işe, işten eve gidip geldiğimi, kendimden başkasıyla ilgilenmeyecek kadar meşgul olduğumu, insanların umurumda olmadığını düşünüyorum o zamanlar, Şimdi artık herkesi, her şeyi umursuyorum, Buradan çıkabilsem öyle bir hayat yaşarım ki siz bile hayranlıkla izlersiniz beni.
Çıkamayacağımı biliyorum buradan. O yüzden her gün İzmaritçinin gelmesini bekliyorum. Bana, artık içinde olmadığım dünyayı görebildiği, yaşayabildiği kadar anlatsın diye. Yaşayamadıklarımı yaşamaya uğraşan bu çocuğun mutlu olmasını diliyorum. Bir gün O da benimkine benzer toprak bir kutuya hapsedildiğinde ve yanına O’nunla sohbet edecek bir çocuk geldiğinde anlatacak hikâyeleri olsun istiyorum. Benim gibi hep dinleyen taraf olmasın istiyorum hareketsiz yatığı yerde. Benim anlatacak çok hikâyem. Dünyadayken bu yüzden yırttım tek düze öykülerimi, buradayken bu yüzden bekliyorum İzmaritçinin ziyaretlerini böyle dört gözle.
Çok insanla tanışsın istiyorum İzmaritçi. Çok insanla konuşsun, kutuya girdiği gün O’nu uğurlamaya çok insan gelsin. İzmaritçi veda ederken dünyaya fırtınalar kopsun istiyorum çocukların gözyaşlarında kopan. Yalnız olmasın istiyorum yeni bir hayata alışmaya çalışırken. İnsanlar gelip kutusunun etrafında sigara içsinler. O’nunla sohbet etsinler. O’na gördüklerini anlatsınlar. Her gelen, farklı bir hikâye anlatsın. Farklı öykülerle dolsun kutusunun içi, kötü şeyler düşünmesine fırsat kalmasın. Benim gibi yaşamayan bir deli olmasın. Ve gelsin artık İzmaritçi, başka ziyaretçim yok benim. O yüzden gelsin artık.

2 Fikir:

Unknown Says:
8 Şubat 2011 06:44

çok güzel olmuş bu tebrikler :)

Bahadır Ozbutun Says:
8 Şubat 2011 11:17

Teşekkür ederim, çok incesin...

Yorum Gönder