İZMARİTÇİ

2 Fikir |
— Gel artık izmaritçi!
Kahverengi bir göğün altında, sürtünme seslerine eşlik eden boğuk kuş cıvıltıları arasında, karanlığın güne eş olduğu bir mekânda buz gibi bedenim ve yorgun gözlerimle; geçen günlerimin sıradanlığını ve bir kutuya hapsedilmiş oyuncak bebek çaresizliğimi değiştirecek bir şeyler olmasını bekliyordum. Bu kadar kıstırılmış hissetmemin nedeni kısıtlı hareket imkânına sahip olmam değildi sadece. Başka insanları duyabiliyordum, bazen onlarla konuşabiliyordum bile. Mesela İzmaritçiyle neredeyse gün aşırı sohbet ediyorduk. Asıl sorun ne İzmaritçiyi ne de diğer insanları göremememdi. Bu hapsedilmişlik hissini günbegün katlıyordu ve katlanılması zor bir hale getiriyordu. Buradan kurtulacağım günü iple çekiyordum. O zamana kadar İzmaritçiyle sohbetlerime devam etmeliyim.

YERLERE ÇÖP ATMAYIN

0 Fikir |
 Sevgili insanoğlu,
Yaptığı işlerin sorumluluğunu alamayacak kadar korkak olan sen, acı çekmektense ölmeyi yeğleyecek kadar onursuz olan sen, kaybetmeden var olduklarından haberdar olmadığın varlıklar ve nesneler arasında burnu bulutlarda gezen sen, yaratılanların en yücesi ve en zavallısı sen, aslında muhatap alabileceğim bir noktada değilsin ve kişisel tarihin göstermektedir ki hiçbir zaman o mertebeye ulaşamayacaksın.  Ama yine de ben gönlümce bir yücelikle sana sesleneceğim, anlayamayacağını bile bile anlatmaya çalışacağım. Sen ki onlarca haberci telef ettin yüz yıllar boyunca. Tanrının sana gönderdiği, göğe ait olan peygamberleri de, kendi kendinin Tanrı’sı olan yeryüzü peygamberlerini de dinlemeyecek kadar kendinden bihaber yaşadın ve yaşamaktasın ama ben yine de Nietzsche’ye inat eziyetin süresini artırmaya katlanarak, umutlanacağım. Ki o da yeryüzü peygamberlerinden biriydi. Sana anlatacaklarım zaten bildiğin şeyleri somutlaştırmaktan başka bir şey olmayacak ve senden bir tek şey isteyeceğim bu mektubun sonunda. Yapmayacaksın biliyorum ama ben yine de isteyeceğim. Belki içinde hala Tanrı’nın üflediği nefesten bir yel esimi kadarı kalmıştır.

GÖKTAŞI

1 Fikir |
Kapıyı boş olan elimle açıp içeri girdiğimde 24 kişi birden aynı anda ayağa fırladı. Askeri disiplin gereği ben oturmalarını söyleyene kadar ayakta beklediler. Hallerini hatırlarını sorduğumda, meraktan sormadığımı, bunun da bir formalite olduğunu bildiklerinden sadece hep bir ağızdan teşekkür etmekle yetindiler. Sıradan, hiçbir yaratıcılığı olmayan bir el hareketiyle oturmalarını işaret ettim. Gürültülü bir biçimde, en azından bu durağan sınıf ortamında bana gürültülü gelecek bir şekilde yerlerine oturdular.
Masama geçip sınıf defterini açtım. Önce o gün işleyeceğim konuyu deftere yazıp, altına alışkın bir hareketle imzamı attım. Daha sonra sınıfın sakinlerine idare tarafından verilen numaraları; sırayla, yüksek sesle okudum. Ben okudukça numarasını duyan kişi, sınıfta olduğunu belli edecek sesler çıkartıyordu. O gün “yok” diyen olmamıştı. Yani genel monotonluk halini kırabilecek bir olaydı bu. Yine de her zamanki gibi bir zamandı, her günkü gibi bir gün, her derski gibi bir ders…

Pİ'NİN ÖYKÜSÜ

1 Fikir |
Take this migraine everywhere I go
Take the fast lane everywhere I go
Take this migraine everywhere I go
Someday, gonna take it slow