EYLEM KARARLILIĞI

|
Uyanır uyanmaz ilk iş; kurulmuş bir saat disipliniyle, zorla uykuya yatırılmadan hemen önce aldığı kararı aklına getirdi. Bu saatlerde, yani öğleden hemen sonra, zorla uyku odasına gönderilmeye tahammül edemiyordu ama doğrusu biraz da keyif alıyordu bu tembellik hallerinden. Kendini dinlenmiş ve yenilenmiş hissediyordu ve tabii ki yeni eylemlerini gerçekleştirmek için de yeterli gücü toplamış. Yine de bu tür bir baskı, getirdikleri ne kadar olumlu olursa olsun, insan özgürlüğüne vurulmuş amansız bir darbeydi ve affedilemezdi. Olgunlaştığında, yani şartlar, bunun hesabı mutlaka ama mutlaka sorulacaktı.
Uyandığında aklına getirdiği ve önceden hazırlanmış bir planı gerçekleştirmek üzere alınan bu karar yıllardır yaşamakta olduğu bu işkencenin sona ermesi anlamına de gelebilirdi, üzerindeki nefes düşmanı baskının daha fazla artmasına da. Sonucu ne olursa olsun eylem gerçekleştirilecekti ve gerekli şartları oluşturmaya başlamak zorundaydı.
Uzun zamandır, yani aslında çok uzun olmasa da ona çok uzun gibi gelen zamanlar boyunca, yaşadığı bu mahkûmiyetin, bu mahkûmiyet ve işkencenin zihninde ve gelişim sürecindeki bedeninde bıraktığı kalıcı hasarın canına tak dediğini etrafında bulunan ve aldırmaz tavırlarıyla onu çileden çıkaran bu aile benzeri topluluktaki insanlara belli etmeye çalışmıştı ama nafile. Bütün sessiz direnişleri kör bir duvara çarpıp geri dönmekten kurtulamıyordu. Güvenmeyi denediği insanlar bir şekilde güvenilmezliklerini kanıtlıyordu. Bu dünya üzerinde en güvendiği adam bile işkence anında çözülmüş ve işkencecilerin tarafında yer alarak ona hayatında tattığı en büyük acıyı tattırmıştı. İhanet bedenine zerk edilmiş bir zehirdi ve bedeninde dolaştığı süre boyunca gösterdi değişimle bir intikam hissine dönüşmeye başlamıştı. Ve bugün girişeceği eylem bu duruma bir nokta koyacaktı.
Yataktan kalkması gerektiğini haber veren şıkırtılar eşliğinde odasından çıktı. Kendisine, odasından çıkıp bütün odaların açıldığı salona istediği zaman geçme hakkı tanınmıştı ama bu kazanımla yetinecek kadar zayıf yaratılışlı değildi o. Uykudan yeni uyanmış haline bir de bu karmaşık düşüncelerin ağırlığı bindirince iyiden iyiye sersemledi. Eylem kararlılığında ve uygulamada bir aksiliğe mahal vermemek için banyoya gidip yüzünü yıkamanın iyi olacağını düşündü. Tam elini banyo kapısına uzattığı anda kapı açıldı ve devasa cüssesiyle gardiyan baba kapıda belirdi. Bu adam babaydı. Heybetli duruşu, gür sesi ve ürkütücü bıyıklarıyla tam bir babaydı. Ondan korkması ya da korkmaması hiçbir şey değiştirmezdi. Her iki durumda da bu adamdan daha güçsüzdü. O yüzden babayı yok saydı, verdiği selamı almadı ve banyoya girip kapıyı kapattı. Baba’nın şaşkın gözlerle kapıda dikildiğinden neredeyse emindi.
Ellerini ve yüzünü soğuk suyla yıkadı, üzerine çıktığı iskemleden inip kendine ait havlusuyla yüzünü kuruladı. Banyodan çıkarak yemek yenilecek olan salona doğru isteksizce yürüdü. Salona geçmeden önce boş zaman geçirmek için tasarlanmış ve içinde televizyon ve çeşitli oyun araçları barındıran odaya uğradı. Önceden hazırlayıp sakladığı pankartları buldu ve tekrar salona yöneldi. İçi içine sığmıyordu. Bu işi artık bugün bitirecekti. O kadar emindi ki şu anda bu işkencenin sona ereceğine ve işkencecisinden intikam alabileceğine bir ıslık bile tutturmuştu. “ Benim annem, güzel annem” melodisini ıslıkla çalarak salona girdiğinde işkencecisi masanın başında bekliyordu. Ortalık bir anda buz kesti.
O an daha önce yaşadığı deneyimler aklına geldi. Daha önce bu yemek fasılları sırasında yaşadığı işkenceler bir bir gözünün önünden geçti. Burnu sıkılarak ağzına boca edilen yemekler. Uçak ya da kamyon süsü verilmiş lokmaların hiçbir trafik kuralını tanımaksızın zorla garaj kapısı misali açık tutmak zorunda kaldığı ağzına doluşu. İçmekten nefret ettiği sütün kapakları açılmış bir barajdan boşalırcasına boğazından aşağılara doğru kayışı. Soğutularak işkence kıvamı artırılan ıhlamurun önce kokusuyla sonra da kayganlığıyla damağını ve daha aşağıları esir alışı. Ve…
Ve içindeki isyanı asıl tetikleyen, bugün salona girer girmez kokusundan iğrenerek nefesini tuttuğu, soğukluğu ölçüsünde ve kayganlığı nispetinde lezzetsiz olan, ismini söylemenin bile dilinde tarifsiz bir zehir tadı bıraktığı pırasa. Pırasanın, yemeğin başköşesinde oturacağını öğrendiğinde, bu tam olarak öğlen uykusuna yatmasından 1 saat kadar önceydi, hazırlıklarına başlamıştı. Önce pankart hazırlanmış ve “monopoly”nin altına saklanmıştı, sonra eylem planı kötü çizgi film kahramanlarını bile aklına gelmeyecek netlikte planlanmış ve uygulanmaya hazır hale getirilmişti.
Salona, haklı davasını olumlu sonuçlandıracağına dair özgüveni ile girmişti ama annesinin bakışlarıyla karşılaştığında bir an isteği kırılır gibi olmuştu. İşte o an pırasanın bir salyangoz gibi damağında dolaştığını düşündü ve kararlılığı eskiden daha bir kuvvetli oldu. Annesine sinsi bir bakış attıktan sonra boyama kalemlerinin nerdeyse tamamını harcayarak hazırladığı pankartını masanın üzerine tabağındaki pırasaya dokunmayacak şekilde serdi.
“ Ali pırasa yemesin”
Öğretmen
Pankartta yazılanlar annesini de babasını da yalnızca güldürmüştü. Hem de nasıl bir gülme. Ali ne yapacağını bir an şaşırdı. Öylece kalakaldı, pankartı toplasa mı yoksa ağlayarak odasına mı kaçsa, karar veremedi bir türlü. Sonunda 1. sınıfta okuyan her çocuğun yapacağı gibi kalıp savaşmaya karar verdi.
Başka kozları da vardı elinde. Onları da kullanabilirdi. Annesi hafifçe başını okşadıktan sonra gözleriyle tabağındaki pırasayı işaret etti. Ali bu sefer yeni eylemini, yani en can alıcısını, uygulayacaktı. Önce hafiften gözleri buğulandı, sonra çenesi titremeye başladı. En sonunda da öyle bir yaygara kopardı ki değme işkenceci çözülürdü bu ağlama karşısında. Ama annesinin kılı bile kıpırdamadı. Ali gözyaşları arasından annesini ve onunla işbirliği halinde olan babasını süzmeyi ihmal etmiyordu. Ama sonuç istediği gibi değildi. Bir ara annesinin buzdolabına yöneldiğini gördü. Ağlaması kesilir gibi oldu, hafif hıçkırıklara dönüştü. Annesi dolabın yanında bir puding kâsesiyle döndüğünde hıçkırıklar kesilmişti bile. Annesi;
—Pırasanı bitir sonra istediğin kadar puding yiyebilirsin,
dediğinde, Ali çatalını eline almıştı bile. Ve cevabı bir eylemciye yakışacak kadar sert, kesin ve anlaşılabilirdi.
—Tamam anne!



        Bahadır ÖZBÜTÜN

0 Fikir:

Yorum Gönder